28 Eylül 2016 Çarşamba

AŞK BİR OYUN MUDUR?

23:33 0 Comments

Bir kaçan ve bir kovalayan varsa, aşk bir oyundur diyenler var. Sürrealist bir düşünce şekli. Ama sadece oyunlarda mı bir kaçan ve kovalayan var canıımmm. Polisler de hırsız kovalıyor, katil kovalıyor. Şakasına mı yani o kadar çatışma, oyun mu diyeceksiniz buna da? Arkadaşlar işin içine yürek giriyorsa bırakın oyunu hesaba kitaba yer kalmaz. Hala “oyun mudur” soruları cirit atıyor ortalıkta. Ahh Nazım ahhh be üstad, yokluğuna sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Zannımca günümüz aşklarını görmüyor olman açısından iyi ki yoksun, baksana olanlara baksana yorumlara hele.

Aşk hakkında ne yazılar yazıldı, ne şiirler kaleme alındı, ne canlar yandı, ne yürekler kavruldu. Tek kelime, tek hece çok anlam çok fazla his. Bazen düşünüyorum da, acaba “aşk” kelimesine mi biz mi bu kadar büyük anlamlar yüklüyoruz diye. Sonra düşünüyorum, anlam yüklemekle atmaz o kalp o kadar hızlı, sırf anlam yüklendi diye dil ağız içinde büyüyüp durmaz görünce sevdiğinin alev gözlerini. Neydi peki anlamını yitmesine neden olan? Şişkin cüzdanlar mı, pahalı arabalar ve mücevherler mi, iki büyük göğüs mü, yoksa özel uçaklar mı? Wertheraşkından verem olmadı mı yahu zamanında, peki Ayhan Aydan’ın çektikleri? Aşk değil miydi yaşadıkları, oyunu mu kaybettiler yoksa üzüntüden olan oldu mu dersiniz? Aşkın oyun olduğunu düşünen zihniyetler, umarım gözünüz açıklığında yürekten sever bağlanırsınız bir insan evladına, o zaman bakın bakalım, yüreğin devreye girdiği hislerde oyuna yer kalıyor mu diye.

Aşkın olduğu yerde oyuna, plana, stratejiye yer kalmaz millet. Hesap kitap işi değildir bu lanet olasıca duygu. Evdeki hesap çarşıya dahi uymazken, senin minik oyunların koca yürek içinde kendine yer bulur mu dersin? Kaldı ki oyun ne ya? Ne için oyun? Hangi amaçlar doğrultusunda insan oyun oynamak ister ki aşk içinde? Ha pardon bunu savunanlara göre aşk zaten yok ki, belki bir halisünasyon belki bi yanılsama belki bir OYUN!


Aşk bir oyun ki kazananı da var kaybedeni de diyenler de yok değil hani. Peki kime göre kazanmak ya da kaybetmek? Hakem mi var, kural koyucu mu var, aşk bittiğinde puanlayan bir sistem mi var? yahu biten bitmiş giden de gitmiş. İster kazanmış ol ister kaybetmiş. Zamanında sevdiğin insan hayatında olmadıktan sonra ister süper güç olsan neye fayda? Neyi kazanır ya insan aşkın sonunda? Tecrübe, ders, sevgi ne anam babam ne? Kaybedeceklerin vardır evet buna lafım olmaz. Ancak kaybetmekten kastım da, belirli kurallar çerçevesinde, çiftlerin birbirlerinin önüne geçme telaşı değildir hani. Eğer aşkın oyun olduğunu savunuyorsanız. Kötü sonla taçlanan bir ilişkiyse, güven kaybetmek demek, neşe kaybetmek demek, gülücük kaybetmek demek, heyecan kaybetmek demek, yoldaşını kaybettin demek. Kaldı ki iyi olsa neden ilişki bitsin ki?

Oyun içinde kişi hırslanır, kazanmak ister, egosunu tatmin edip havalara uçmak ister. Aşkın neresine sığdıracaksın bu anlamları peki? Gerçek olan aşksa gerisi teferruattır dostlar. Ha ben de bir Juliet değilim, bi Leyla değilim ama zamanında aşık olmuş biriyim. En azından aşkın oyun olmadığını bilecek ve anlayacak kadar tecrübe sahibiyim.

Aşkı oyun olarak görenler en büyük temennim, ölmeden yüreğinizin beyninizi ele geçirmesidir. İşte o zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız…

PEKİ YA ŞİMDİ NE OLACAK?

01:06 0 Comments

Nasıl da havada nasıl da nihilist nasıl da anlamsız ve nasıl da ucu bucağı olmayan bir soru kalıbı değil mi bu sizce de; “peki ya şimdi ne olacak?”

İnsanoğlunun kendi kendine sorduğu milyarlarca sorudan sadece bir tanesi ama belki de içinden en çıkılmazı kendimize en dert edilesi. Çoğumuz ahkam keser dururuz, yarını düşünme anı yaşa diye. Meşhur Carpe Diem teorisi. Ama yine çoğumuz sorarız bu soruyu kendimize, eee tamam da ya peki ya şimdi ne olacak? Ha sanmayın ki ben düşmedim bu gaflete, sanılmasın ki ben de bu güzide soruyu sormadım kendime. Sordum tabii ki, peki cevap buldum mu? E yani buldum ki yazıyorum. Hem unutmayın burada yazılan her şey ama her şey tamamen tecrübeyle sabittir :)

Arkadaşlar kişi en çok kendine edermiş ya yeminle doğrulukta açık ara fark atar diğer tüm söylemlere. Bir söz var daha hatta bu anlamda, kişi kendine yaptığını dünya toplansa yapamaz diye. Vallaha doğru billaha doğru. Çoğu zaman biz içinden çıkılmaz hallere sokuyoruz kendimizi. Ha ama yanlış da anlaşılmasın bazı insan evlatları var ki bizleri içinden çıkılmaz durumlara sokmakta üstlerine yok evet ama yine de her şey kendi elimizde değil mi? Bir şeyi kendimizi ziyadesiyle dert etmekten tutun da mutluluğu yakalamak bile çoğu zaman kendi elimizde. Bazı düşünceler arasında çıkış ararız kendimize. Tek bir ışık görecek olsak saldıracağız o yöne doğru. Sıkarız düşünceler arasında kendimizi. Boğarız kendi elimizle kendimizi. Oysaki bazı kapılar hazırdır açıktır önümüzde ama kaçırırız gözden çoğu zaman ya da görmezden gelir zoru tercih eder sonra da alırız boyumuzun ölçüsünü. Sonra da sorar dururuz kendimize ne olacak şimdi diye. 

Ne olabilir ki en fazla? Herkes geçiyor zor zamanlardan, herkes yaşıyor içinde bi yerlerde hiç iyileşmeyecek sandığı yaralar ve tabi herkes soruyor bu soruyu kendine böyle durumlarla haşır neşirken. Ama neden hep olumlu düşünmeyi, pozitif hissetmeyi unuturuz ki? Çünkü en büyük sıkıntının, dermansız derdin kendinde olduğunu sanır. Acizlik göstergesi midir bu, tabii ki hayır. Sadece her ne kadar bilsek de çoğu şeyin sonunu yine de hazırlıksız yakalanmış gibi hissederiz. Ölümler gibi.


Peki ya şimdi ne olacak diye kendinize sorup durmayın arkadaşlar. Unutmayın ki her sıkıntının sonunda feraha ulaşılıyor öyle ya da böyle. En azından içinde bulunduğun durumdan daha iyi bir noktaya gelebiliyorsun. Belki düşünce olarak, belki yaşayış olarak, belki his olarak. Ama bu soruyu kafanızda ne kadar döndürüp durursanız o kadar uzar bu şizofrenik süreç ve gömüldükçe gömülürsünüz buhran denizine. Unutulmayacak hiçbir şey yok şu dünyada ve atlatılamayacak hiçbir kötülük ya da üzüntü ya da hüsran ya da acı. Tamamen silinmiyor geçmiyor belki ama atlatılıyor çoğu süreç. İnsan en büyük sıkıntının kendinde olduğunu sanırmış. Yok eşşeğin gözü derler işte adama :) Arkadaşlar kısacası hiçbir şey olmuyor yani düşündüğünüz o içinde çıkılmaz haller öyle sürüp gitmiyor. Su akar yatağını bulur misali, siz de zaman içinde iyileşiyorsunuz. Siz de zaman içinde bulunduğunuz kasvetli buhrandan defolup uzaklaşıyorsunuz. Siz de zaman içinde neyse unutmaya çalıştığınız pek tabii ki unutuyorsunuz. Peki şimdi ne olacak diye diye kendi kendimizi daha da içinden çıkılmaz hallere sokuyoruz.

Hayat… İyilikler de kötülüklerde bizler için. Kaldı ki yeminle bak insanoğlu nankör yaratıklarız zaten. Çok mutlu olsak da altında bir şey arıyoruz mutsuz olsak da. Yetinmeyi bilir misiniz? Zannımca hayır. Hep daha fazlası, hep daha güzeli, hep daha iyisi. Hayat boyu hep hephephep telaşı içinde yaşayıp gidiyoruz işte. Ay bizi kabul eden böyle etsin diyeceğim de herkes böyle değil mi zaten JHer olaydan ders çıkarmaktır asıl marifet. Elbette ki kötü zamanlar da yaşayıp hakkıyla bunların üstesinden de geleceğiz en azından bunu başarabilmeyi bilmeli. Yaşamadan görünmüyor tecrübe edilmiyor maalesef ki çoğu şey. Peki şimdi ne olacak sorusunu sormaktansa “saldım çayıra mevlam kayıra” demek daha doğru olur zannımca :) Ay şey durun ya bu da pek bir abes oldu sanki :)



Velhasıl, bazı şeylere pek fazla bel bağladığımız için çoğu şeyi zindan ediyoruz kendimizi bunu böyle bilin lütfen. Sormayın kendinize yarını. Bunu ben de yaptım hatta çoğu durumda yapıyorum hala. “yarın ne olacak” yaşamadan bilinmiyordu hani. ee yarını da yarın düşünelim öyle değil mi? Ama inan olsun “peki şimdi ne olacak” sorusundan terfi ettiğimden beri kafam daha rahat. En azından daha olumlu düşünüp kendimi avutabiliyorum. Yaşayıp da göreceğim çünkü. Haa insanım ben de tabi üzüldüğüm zamanlar olmuyor mu inan olsun çok oluyor. Ama dediğim gibi bu soruyu artık sormayı bıraktım kendime. Bu soruyla yaşamayı bıraktığınızda daha rahatlamış ve inanın daha ferahlamış hissedeceksiniz kendinizi. Unutmayın, anne babadan başka kimse değerli değil bizlerden, unutmayın…


26 Eylül 2016 Pazartesi

İNANMAK İLE İNANMIŞ GİBİ GÖRÜNMEK…

23:09 0 Comments

Bu ikisi arasındaki engin ve görünmez çizgi. Engin çizgi çünkü ucu bucağı yok. Öyle mi böyle mi düşün dur. Görünmez çizgi, çünkü bu sadece histir hislerle alakalıdır. Hayal et, düşün, taşları yerine oturt. Hadi bakalım ayıkla pirincin taşını :)

İnanmak ve inanmış gibi yapmak, işte asıl mesele budur arkadaşlar. İnanmak bir şey değil de kişi hangi durumlarda inanmış gibi yapar ve bunu yapmaya iten geri plandaki güç nedir? Ben size söyleyeyim, gerçi birçok nedeni var bunun. Ama ana etken kaybetmekorkusudur emin olun. Sonrasında konuyu uzatmak istememe gelebilir, sonrasında şu gelir bu gelir. Maddeleri çoğaltın ama unutmayın, kaybetme korkusunun yaptıramayacağı hiçbir şey yoktur dünyada. İşte bundan dolayı çoğu olaya susar sessizliğe bürünürsünüz. Karşı taraf size söyler de söyler anlatır da anlatır. Kafa sallarsınız, tamam dersiniz. Oysaki büyük bir olaydır içinde bulunduğunuz durumun tam karşılığı. Ama sizin içinizde öyle bir kaybetme korkusu vardır ki, haklı olsanız da susarsınız, gururunuz ayaklar altına alınsa da susarsınız, size yalanlar söylense ve bunun yalan olduğunu bilseniz de susarsınız. Sanılmasın ki bunu yapanlar eziktir, güçsüzdür, gurursuzdur, onursuzdur. Bunu yapanlar aşıktır aşık. Ama aptal aşıkişte işin kötü tarafı bu. Siz bunları kaybetmekten korktuğunuz için yaparsınız karşı taraf sizi aptal ya da enayi diye yaftalar. “yine kandırdım”, “yine susturdum”, “yine unutturdum” yav he he…

Güven… Tek kelime, kocaman bir anlam. insan güvenmediği biriyle arkadaşlık eder mi? Peki ilişki? E ya peki evlilik? Oppss, durun ağır geldi bana da :) Cevaplar tabii ki de hayır. Kaldı ki hayır olsun zaten bir zahmet. Ama yapanlar yok mu var. Güvenmediği halde karşı tarafa, ilişkisini yürütmeye çalışır zavallı aşık. Aşkına zeval gelmesin ister, şanslar verir her defasında. Hep bir düzelme umuduyla, yitirilen güven geri kazanılır mı? Kazanılır kazanılmasına bu konuda olumsuz düşünmeyin. Yitirilen güven tekrar yerine getirilir ama burada güvenilmeyen kişiye büyük bir rol düşüyor işte. Hele hele biliyorsa kendisine güvenilmediğini, tekrardan güveni kazanmak için çalışacak savaşacak arkadaşım. Haa yapmıyor mu, gram önemsemiyor, gram sevmiyor, gram değer vermiyor derim ben o insana işte. Peki her defasında güvensizlik yaşayarak hala bir şeyler için didinenlere ne demeli? Bu da tek kelime; aptal!


Herkesin bir değeri var arkadaşlar, herkesin hayat karşısında bir duruşu. Gücümüzü alaşağı eden de ne yazık ki içinde bulunduğumuz duygu yoğunluğudur. Aşk…
Size yok aşkınız için gidin her şeyi yapın asla diyemem. Kimisi tutkulu sever, kaybetmekten korkar, aşk gözünü kör eder gurursuz olarak da görülür onursuz da. Bunu kimsenin anlamasını beklemeyin zaten. Kimdir gurursuz? Sevdiği için birçok şeye tölerans gösteren mi? Sevdiği için karşı tarafın bir çok yalanına susup geçmek mi? Sevdiği için başkalarına tercih edilmeye susmak mı? Nedir ya sizce gurursuzluk? Siz nasıl yorumlarsınız? Gurursuz kimdir biliyor musunuz? Karşı tarafın sevgisi göre göre onun aşkını ayaklar altına alandır. Karşı tarafın aşkını bile bile duygularını kötü şekilde kullanandır. Gurursuz kimdir biliyor musunuz? Karşı tarafın masumluğu karşısında tek ayak üstünde bin bir çeşit yalan konuşandır.

 Aşk, içinden nasıl geliyorsa yaptırır insana. Oyun işi, plan işi değildir. Yürek işidir diyoruz ya işte, içinizden nasıl geliyorsa yaşayın aşkınızı. Bırakın insanlar sizi gurursuz sansın, bırakın karşı taraf sizi “nasıl olsa bana aşık ve beni kaybetmekten korkuyor zaten” diye görsün. Siz kendinizden emin olduktan sonra… Ama ne olursa olsun, sakın ola karşı tarafa inanıyormuş gibi görünmeyin. Ya bunu yapmayın. İnanmadığınızı o kadar iyi biliyorsunuz ki ama işte kaybetmek istemiyorum telaşıyla konu uzamasın tedirginliğiyle sus pus olmayın. Kadınlar erkekler… Kimseniz, asla ayrım yapmadan hepinize söylüyorum bunu. Bunun pişmanlığını sonradan çok fena yaşarsınız benden duymuş olmayın ama :) İnsan en çok yaptıklarına değil de yapamadıklarının pişmanlığını yaşarmış, bunu sakın göz ardı etmeyin.

Büyük bir kudret aşk ve kabul edelim ki kolay bulunmuyor. Bulunmak değil de kolay hissedilmiyor çoğu yürek tarafından. Günümüz aşklarından daha doğrusu aşk gibi görünenlerinden bahsetmiyorum. İki göğüs bir bacak arası değil bahsettiğim aşk. Anlamı gel zaman git zaman içinde değişince affınıza sığınarak aşkın açıklamasını yapar oldum yazıklar olsun bu duyguyu buralara getiren organlar arası nöbet tutan hissiyatlara. Ha belki benim de yaşım pek yetmiyor asıl aşkı anlatmaya ama aşık olmayı biliyorsanız, ve içinizdeki duyguyla gördükleriniz arasındaki farkı çok rahat algılayabiliyorsanız, en önemlisi de yatağa gitmekten çok gözlerine bakmayı tercih ediyorsanız yaşa başa bakmadan ahkam kesebilirsiniz.


Engel olamaz ki insan duygularına. Fışkırıverir vallahi içinden Niagara misali. Ama engel olabileceğiniz konulardan lütfen kaybetme korkusundan arındırıp kendinizi ona göre davranın. Dediğim gibi aşık olmanın pişmanlığı olmaz. Değer vermenin sevmenin önemsemenin asla pişmanlığı olmaz. Ama inanmıyor olmanıza rağmen, kafanızda soru işaretlerinin önü arkası kesilmiyor olmasına rağmen siz hala inanmak istiyor ve inanmış gibi görünürseniz işte bu sıkıntı. Çünkü sonrası gelir, inanmadığınız şeylere inandırılmak zorunda bırakılırsınız. Haykırmak istersiniz karşı tarafın yüzüne bazı şeyleri ama bir şey tutar ya size, kahrolasıca kaybetme korkusu diyoruz buna. Ama unutmayın ki, kaybedilen şeylerin yerine yenisi pek tabii ki de koyulabiliyor. Kah uygun kah değil.

Demem o ki; aşık olun, gözünüz bağlansın, yüreğiniz seler sular gibi aksın ama aşkınızın kişiliğinizi değiştirmesine lütfen izin vermeyin. Ödün verilen bazı huylar üzgünüm ama geri kazanılamıyor. Ya inanın ya da inanmış gibi görünmeyin…


DEĞER VERMEK VE… UNUTMAK!

03:38 0 Comments

Uzun hatta upuzuunnn bir aradan sonra yine huzurlarınızdayım millet, nabersiniz:) Şey bir süre ilham gelsin diye bekledim de ondan ara verdim. Hayır yani yazmak da içsel bir mesele, ne bileyim bir ilham neyin gelir dedim daha bir geniş kitlelere hatta uluslararası platformda aranan bir blogger olurum dedim ama baktım olmuyor dedim kaldığın yerden devam et kızım Gamze ilham senin neyine :) Amaaa sanmayın ki bu uzun sessizlikte notlar almadım, yazı malzemeleri çıkarmadım kendime. Doluyum çok doluyum millet. En dolu olduğum konudan başlamak istedim zira birçoğunuzun yarasını da tuz basacağım zannımca. 

Arkadaşlar sormuyorum bile, eminim ki hepinizin başından geçmiştir değer verdiğiniz bir şeyi (bakın sadece insan demiyorum ama anladığınız üzere konu başlığı aslında değer verilen insan üzerine kurulu) unutma kararı alıp da o “unutmak” fiilini etkin kıldınız. Peki nasıl oluyor bu, tecrübe edinmiş olanlar beri gelsin. Unutmak bir şey değil de anasını satayım o verilen değerler ne olacak insan ona mı yanar daha çok? Ya da değer vermek nedir arkadaş unutmak gibi zorlu bir süreç beklerken der ikilem mi oluştururuz algıları yanmak üzere olan beyinde?

Belki en yakın arkadaşınız, belki kardeşiniz, belki sevgiliniz belki de aman her neyse. Önemli olan zamanında çılgınlar gibi değer verdiğin kişiyi unutmaya meyletmek. Hep derler ya, hak edene verin değeri diye. Peki soruyorum bu sözü söyleyenlere; değer vermeden o kişinin o değeri hak edip etmediğini nasıl anlayabiliriz ki? Eminim ki birçoğumuz da o kadar ileri görüşlü değildir. “yok ya bu değer verilecek kişi değil en iyisi o değeri başkasında kullanayım” yahu var mı böyle bir şey? Değer verirsin, gel zaman git zaman içinde o değeri verdiğin kişinin hak etmediğini görürsün ya da tam tersi o kişinin gerçekten hak ettiğine kanaat getirirsin. Ama kimse kusura bakması, adım atmadan ve o değer elden çıkmadan doğru yanlış ayrımı yapamıyor insan. Ama ben şuna inanan bir insanım, ne olursa olsun ya da kim olursa olsun değer vermeden de görüşülmez be. Siz hiç değersiz gördüğünüz bir insanla arkadaşlık ettiniz mi? Ya da sevgili oldunuz mu? İnsan değer verdiği kişinin hayatında olmasını ister, ve gün be gün o değer ya artar ya da azalır. Ama her kim olursa olsun, “değer” dediğimiz kelime hayatımızda olan kişilere adanmış bir olgudur diye düşünüyorum.


Zaten verilen değerin azaldığını hissettiğiniz an o kişiyi de hayatınızda daha fazla tutmanın anlamı yoktur zaar. Bir ilişki içinde olmazsa olmaz şu üçlemi hiçbir zaman unutmayın arkadaşlar; sevgi, saygı ve değer. Bu üçü olduktan sonra mutlu olmamak için bir neden yok esasında. Neyse konu firar etmeden asıl içimdekileri paylaşmak istiyorum sizinle. Tamam en başta değer vardır zaten dedik kişinin içinde. Arkadaş, eş dost, sevgili fark etmez. Değersiz gördüğümüz kişinin zaten hayatımızda bir yeri olamaz ki. Peki, o değeri abartarak karşı tarafa vermek ve sonrasında hayal kırıklığı yaşamak… Buna ne demeli? Burada hak edenle hak etmeyen ayrımı yapmıyorum bakın, sadece hayal kırıklığına uğramak diyorum. Birçok örneği olabilir bunun. Belki verdiğiniz değerin yarısını anca görüyorsunuzdur, belki o kadarını bile değil. Belki de verdiğiniz değer tamamen uçup gidiyor karşı taraf sahiplenmeden. Hani derler ya, “karşılık beklemeden seviyorum seni” diye. Ya yok öyle bir şey millet. İnanmayın ve kimseyi de inandırmaya çalışmayın. Kimse kusura bakmasın ama herkes sevdiği kadar sevilmek ister. Kaldı ki değer de işte öyledir. “sen vermesen de olur ben sana yeteri kadar değer veriyorum” he oldu başka? Herkes yaptıklarının karşılığını almak ister arkadaşlar. Sevginin de, saygının da, değerin de, mutluluğun da. Eğer karşılık alamıyorsanız işte, üzülmeye kendinizi alıştırsanız iyi olur.

Unutmak peki, asıl konu bu değil mi? Ha pardon unutmanın çaresi varmış ya hani, zaman diye nitelendirdiğimiz. Peki neden geçmek bilmiyor bu zaman unutma çabasında? Tamam zaman her şeyin ilacı olabilir ama gerekli olduğunda neden ilerlemiyor ya bu tarzına küfrettiğimin zamanı? Güzel şeyler olurken akreple yelkovan yarış halinde birbirlerinin önüne geçmeye çalışırken, nedir alıkoyan içinde bulunulan olumsuz durumdan bir an önce kurtulmaya çabalarken bu ikisini geri sardıran? Çok değer verdiğiniz birini unutmaya çalıştınız mı? Neler yaptınız? Fotoğrafları mı kaldırdınız? Eşyalarını mı attınız? Telefondan da sildiniz? Beyninizi mi resetlediniz? Aa olaydı öyle bir şey ya işte, ölümler de kolay unutuluyor olsaydı yaşanılan talihsiz olaylar da. Eternal sunshine of the spotliss mind, galiba gerçek hayatta da sana ihtiyacımız var :)


Ne var biliyor musunuz? Her şey karar almakla başlıyor bence. Ee boşuna demiyorlar başarmanın yarısı başlamaktır diye. Kararı aldıktan sonra galiba bir tık daha iyi olabilir her şey bu süreçte. Hele de o unutmaya çalıştığınız insandan yana ziyadesiyle ve acımasızca bozguna uğradıysanız o kararı almak kolaylaşıyor emin olun. Ama işte insanız arkadaşım uygulamada sıkıntı yaşayabiliyor insan.
Peki insan en çok hangisine üzülür? Zamanında verilen değerlere mi? Verilen değerin karşı taraf açısından bir kısmının alınmasına mı? Ya da verilen o kadar değerden sonra her şeyle birlikte onların da unutulmasına mı? O kadar siniz bozucu bir sistem işliyor ki millet yeminle kafayı yiyeceğim ben en sonunda :) Gönül ilişkilerini ele alalım, kaldı ki bu kadar yazıdan sonra neden bahsettiğimi zaten anladınız :) neyse gönül ilişkilerini ele alalım. Bazen kalbin istemediğini mantık evettt diye bağırır bazen de tam tersini düşünün, beynin istemediğini de kalp sahiplenir. Yoktur valla bunun ortası. Hem akla hem gönle kabul ettirmek pek çokları için zor zanaat. Ama genelde gönül galip çıkar ve inatla akla uydurmaya çalışır sevdiği kişiyi. Ve başarır da hani. Çok azdır mantığı kabul etmiyor diye yüreğe yol veren diye tahmin ediyorum. Unutmak eylemi gerektiği zaman niye akıl devre dışı kalıyor peki? Ama böyle düşünüp olumsuzluğa kapılmayın değerli dostlar, isteyip de yapılamayacak hiçbir şey yoktur zannımca. Yani öyle düşünüp avunmak istiyorum :)


Hangisini unutmak güçtür; verdiğin değerleri mi değer verdiğin kişiyi mi? Çare bulamayınca ortaya çözüm olarak “zaman” kavramını atan insan evladına sesleniyorum, çok biliyorsun sen!!! Ve en acısı ne biliyor musunuz; maalesef ki unutulmaz işte yara açtıysa içinizde unutmaya çalıştığınız şeyler ve kişi, maalesef ki unutulmuyor. Ha sanmayın ki ilk günkü acı gibi taptaze yıllar boyu yaşayıp yeşeriyor içinizde. Değil tabi ama kırıntılar kalıyor işte. Çoğu şeyde aklınıza gelebiliyor. Kah üzülüyor kah mahzunlaşıyor kah ağlıyor kah gülüyorsunuz. Yıllar geçse de duyulan bir ismin algınızı açtığı ya da tınısını duyduğunuz şarkının içinizde oluşturduğu çarpıntı. Hiçbir şey tam olarak unutulmuyor işte. Sadece zamana yenik düşüyor o çok bilmişlerin savundukları gibi; zaman her şeyin ilacıdır.