30 Haziran 2016 Perşembe

SU, PARMAKLARIMIZI NEDEN BURUŞTURUR?

00:25 0 Comments

Arkadaşlar hiç düşündünüz mü bunu? Parmaklarımız suya uzun süre maruz kaldığında neden 90 yaşında gösteriyor? Parmağın 90 yaşında göstermesi nedir diye sormayın, zira evet gayet de öyle görünüyor. Buruşmuş, pörsümüş, çökmüş, eskimiş. Ayy durun tamam abartmış olabilirim ama nihayetinde su parmakları buruşturuyor mu? Evet gayet de buruşturuyor. Hah işte benim de amacım, bu konuya açıklık getirmek. Her şey tecrübeyle sabit inan olsun. Söylemesi ayıp, yazı yazmaya başladığımdan beri daha bi dikkatli olmaya başladım. Algılar bir açık sormayın, ay şunu da yazayım, anaaa bu niye böyle dur hem ben öğreneyim hem de bilmeyenlerle paylaşayım.  Yeminle üzerinizde emeğim çok haberiniz olsun J Bu konuyu da geçen gün dağ gibi bulaşıktan sonra yazmaya karar verdim. Tahmin ettiğiniz üzere, o kadar bulaşıktan sonra parmaklarım tanınmaz hale gelmişti deJ Merak edip bu konuyu araştırmamış olanlar dikkat kesilin, bilimsel açıklamam ve ben sizleri aydınlatmayı an itibariyle görev belledik J

Evet ne diyordum, ha şey “suda uzun vakit geçirmiş caaannııımmm parmaklarımız neden buruşur?” yalnız sadece el parmaklarımız değil ayaklarımız da buruşur ha onu unuttum sanmayın J Denize girip çıkın, bulaşık yıkayın, hatta duştayken yani suyla haşır neşir olduğumuz durumlarda, siz parmaklar ve ayaklar gidin buruşun. Ay bi yandan da sempatik geliyor bana haa, yukarıda bakmayın yerdiğime baktıkça sevesim geliyor parmaklarımı. Evet biraz saçma geliyor olabilir kulağa ama seviyorum ben nihayetinde. Neyse sonra kurumaya yüz tutunca parmak ve ayaklarımız büzüşme ortadan kalkmak suretiyle eski haline geri dönüyor uzuvlar. Vay anasını suya tepki olarak da algılayabiliriz tabi olayı. Bir şekilde vücut da tepkimede bulunmak istiyor nihayetinde. Onu tölerans, bunu tamam de e bi yerden hissettirecek kendini ben de burdayım diye J Parmaklarda bu durum buruşma şeklinde kendini gösteriyor. Bilimsel açıklamalara çok vakıf olmadığım gibi nasıl tam olarak anlatacağıma emin değilim ama elimden geleni yapacağım sıkıntı yapmayın J Yalnız farkındayım o kadar uzattım ki. “ulan bu kızın açıklama yapmasını beklemektense gidip doğru düzgün bi yerden bilgi edineyim” diyebilirsiniz bu sizin en doğal hakkınız millet. Ama hazır mısınız açıklıyorum artık J


Arkadaşlar kısaca açıklamak gerekirse; vücudumuzun çoğu bölgesi kıllarla kaplıdır. Bu kıl köklerinde bulunan sebum adlı yağ tabakası suyu derinin altına almasını önler. Ancak vücudumuzda parmak uçlarımız ve ayak tabanlarımızda kıl bulunmadığından, deri altında suyu tutacak bir yağ tabakası da bundan dolayı yoktur. Ve suyu deri altına çeker. Su kendine yer bulup da dışarı çıkamadığından bu da bir süre sonra derinin büzüşmesine neden olur. Ondan sonra ne oluyor işte alın size buruşmuş parmaklar ve ayaklar. Demek ki neymiş, parmaklarımızın ve ayak tabanlarımızda sebum yokmuş yani yağ tutucu tabaka hah işte olmadığı için de suyu deri altına hapsediyor. Ve bir süre sonra da buruşuyoorr, bu kadar basit J Şey gibi aslında, çamaşırların makineden çıktıktan sonra kırışması ya da fönlü saça su değdiğinde bozulması gibi J evet örnekler çok yaratıcı olmamış olabilir ama suyun düzeneği bozduğuna örnek olarak bunlar geldi aklıma, düzenek de ne oluyorsa J
Amaaaa sanmayın ki açıklamalar sadece bu yukarıdakinden ibaret. İngiliz bilim adamları durur mu, durmaz tabi, biz de yapalım araştırma kendimizce açıklama getirelim dediler. Şimdi millet İngiltere’de bu konuyla ilgili yapılan araştırma diyor ki şey aslında araştırmadan ziyade araştırma sonucu desek daha doğru olur bunun için. Çünkü yapılan araştırma sonucunda şuna kanaat getirmiş İngiliz bilim adamları, ıslak parmakların bir cismi daha iyi kavradığını ortaya çıkardı. Ekipten elleri kuru olan ile ıslak olanlara farklı boyutlara sahip misketleri tutmaları istendi. Elleri ıslak olanların misketleri daha tutup kavradıklarını ortaya çıkardı. Elleri kuru olanlar ise misketleri tutamadı. Çünkü neden? Çünkü elleri kuru olduğundan dolayı misket ellerinde kayıp düştü. Ha yalnız durun ıslak derken, suda beklemiş buruşmuş parmak ıslaklığından bahsediyorum. Yoksa git elini yıka ıslansın sonra misket tut değil yani olay, o kadar basit değil J


Yani anam bu vücut da olur olmaz her şeye bir şekilde tepki gösteriyor yaa. Gönül rahatlığıyla suda uzun süre kalamıyorsun. Neden? Çünkü ay maazallah deri altına su nüfus eder ay sonra bu su da deriyi kabartır ve büzüşmesine neden olur. Geçenlerde yine böyle bir konu işlemiştim, okuyanlar bilir. Vücudun her şeye tepki vermesini şey etmiştik birlikte. Hah işte bu da onlardan biri. Neyse ama bir şey daha öğrenmiş olduk el birliğiyle. Yani var ya kendime de şaşırıyorum, bunca yıldır merak edip de araştırma ihtiyacı hissetmemişim. Bana da yazıklar olsun oysaki çocukken ne çok merak ederdim bunun nedenini.

Siz aldırmayın parmaklara ayaklara bee su candır, su varoluştur. Amaaaann büzüşsün parmaklar boşverin, miisss gibi tatil sezonu ohh plajlar da denizler de ana baba günü. Yüz dur yaa bırakın özgürce buruşsun parmaklar ve ayaklar. Denizden ve tatilden önemli mi ki? J


29 Haziran 2016 Çarşamba

ÜLKENİN BAŞI SAĞOLSUN…

00:47 0 Comments

Ne yazık, ne kadar kötü bir hal ki “ülkemizin” diyemiyorum, diyemiyoruz. Yine bir katliam, yine şehitler, yine suçsuz günahsız çocukların ölümü, yine ateş düşmüş evlerdeki feryatlar! Korkuyu öğrendik artık, tedirginliği. Kalabalık yerlere gitmek, dolaşmak ya da es kaza oradan geçiyor olmak bile faciaya dönüşebiliyor artık. Ne yapmalı, nasıl davranmalı, nerelere gitmeli ya da nasıl yaşamalı? Yaramazlık yapmış bir çocuğun anne azarı işitirken ki hali gibiyiz; ürkek, çekingen… Var mı bunun belirli bir bekleme süresi, yoksa göç etmek mi gerekiyor terörün olmadığı ülkelere? Göçe mi zorlanıyoruz acaba ya da itaate mi? Hangisi doğru olan? Yaşananlara kayıtsız kalmak mı?
Merak ediyorum çözüm düşünenler var mı? Olayların nasıl ve neden buralara kadar geldiğini sorgulayan ve ülkenin refahı barışı için çabalayan var mı? Ses çıkarsak susturuluyor ya da öldürülüyoruz, bana dokunmayan yılan bin yaşasın rahatlığıyla sessiz kalsak vicdan bizleri ele geçiriyor. Kaldıysa bazı o da…

Kimleri ya da neyi suçlamak gerek? Daha doğrusu bir suçlu mu aramak gerek ki iş işten geçtikten sonra! Yine olan ölenlere ve yakınlarına olmadı mı? Ateş yine düştüğü ocakları yakmadı mı? Biz buradan sesimizi çıkarsak ne fayda? Acıyı dindirebiliyor muyuz? Olayları bitirebiliyor muyuz peki? Kara lekeyi çıkarabiliyor muyuz?

Dün Beyoğlu patladı, sonrasında Vezneciler (öncesine gitmek dahi istemiyorum yoksa bu kadar sınırlı değil biliyorsunuz sizlerde) bugün de Atatürk Havaalanı. Yarın? Esenler otogarı mı? Sabiha Gökçen Havaalanı mı? Ortaköy Meydan mı? Kaldı ki sadece İstanbul için konuşmak da yersiz ve anlamsız olur? başkentte de giden canları unutmadık! Terör uğruna dağılan yuvaları, anne gözyaşlarını unutmadık. “bir son verin artık” çağrısı destek veriyor mu birbirimizle tartışmak dışında. Sosyal medya bile çalışmıyor olaylar olduğunda. Neden? Başsağlığı mı dilemeyelim? Rahmet mi okumayalım? Veryansın mı etmeyelim? Yoksa benim bilmediğim teknolojik ya da bilimsel bir açıklaması var mı?


Neyse arkadaşlar, tazeyken acılar tutamayacağım kendimi yazdıkça yazacağım bu hüzün ve öfkeyle. Ülkenin başı sağolsun, Allah sabır versin yüreği ocağı yananlara. Ve Allah ıslah etsin bunları yaşatanları.

28 Haziran 2016 Salı

BİR KADIN NEDEN ESTETİK YAPTIRIR?

00:31 0 Comments

Yeminle ne varsa biz kadınlar için var. Alışveriş, indirim, kozmetik, kuaför, ayakkabı ve tabii estetik J Ha yalnız bu saydıklarım tabii ki erkekler için de geçerli hem de hepsi ama genele yaydığımız zaman erkekler üzerinde pek bir baskı kurmuyor bunlar. Ama biz, biz kafayı kendisiyle bozmuş biz çilekeş kadınlar, kapitalizmin bize dayattığı tüm nimetlerden yararlanmak zorunda hissediyoruz kendimizi. Tüketim toplumu denen olay var ya hah işte o biz kadınlar var diye ortaya atıldı bence valla bakın. Nihayetinde biz daha çok tüketiyoruz doğruya doğru. Çünkü neden? Çünkü yetinmiyoruz arkadaşlar. Azla yetinmeyi bilmiyoruz e doğal olarak gözümüz doymuyor. Alışverişi attım bir kenara inan olsun yıldım yaa bıraktım bunun hakkında konuşmayı, şimdi sıra estetik kaygılarda J

Şimdi alışverişten vakit bulduk ve vay efendim kaş kontürleri yaptırmaya gidiyoruz yok efendim kaşları kaldırmaya gidiyoruz gözleri çektirmeye gidiyoruz, gidiyoruz da gidiyoruz. Yalnız haa böyle diyorum diye karşı olduğum izlenimi uyanmasın, estetiğe evet diyenlerdenim benJ arkadaşlar “estetik” kelimesi tanımlamalarda “güzellik arayışı” olarak geçiyor en yalın haliyle. Yani güzelliği araştıran bilim dalı. Yani çoğu kadının olmazsa olmazı.

Arkadaşlar birçok unsur, kadınları estetik yapmaya yönlendirir. Ama şunu biliniz ki, kadınlar ilk önce kendileri için yapar ne yapıyorsa. Yani doğru bilinen yanlışlardan biri de şudur; erkekler nezdinde bir kadın ne yapıyorsa (alışveriş, makyaj, estetik) kendileri için yapıldığını düşünür. Büyük bir yanlışın içindesiniz beyleeeerrr, sizden önce biz geliyoruz nabeerr. Tabii ki de her şeyi kendi dünyamız ve tabii ki de kendimiz için yapıyoruz. Nihayetinde aynaya baktığımızda güzel görünmek istiyoruz. Bu bizim özgüvenimizdir aynı zamanda. İkinci aşama olarak sizler giriyorsunuz devreye. Hatta hiç mi dikkat etmedeniz, yolda yürürken bir yerde otururken erkeklerden çok kadınlar süzer birbirlerini. “hımm o ayakkabıyı nereden aldı acaba şu abla?” “ayyyyy o ne rüküşlük töbe bismillah, hiç mi aynaya bakmadın be bacım” bilmem anlatabildim mi?


Şimdi şöyle ki, biz kadınlar duygusal varlıklarız ya hani etkileniyoruz ya çoğu üzücü ve gergin durumdan, hah işte böyle anlarda kendimizle ilgilenmeyi ve dış görünüşümüze yönelmeyi daha çok seviyoruz. Estetik yaptırmanın aslında en önemli nedenlerinden biri budur. Eşinden mi ayrıldı bir kadın, hoopp kendini bir güzellik merkezinde bulur. Çünkü bomba gibi çıkmalıdır adamın karşısına. Adam neyi kaybettiğini görmeli ve bu duruma hayıflanmalıdır. Valla kimse inkar etmesin millet böyle bir gerçek var. Haa aynaya baktığımızda hoşumuza gitmeyen yerlerimiz pek tabii ki de vardır olacaktır da. İşte ne biliyim kaz ayağında sayısız çizgi gördün hadi bakalım botoksaçookk normal, tatil geldi plajlara gideceğiz fazlalık yağlarımız var hoopp hadi bakalım liposuctiona bu da gayet normal ve sonuna kadar destekliyorum. Bir kadın kendine bakmalı arkadaşım bence. Saçından makyajından kılık kıyafetinden kadın olduğunu hissetmeli ve bunu sonuna kadar da hissettirmelidir. Çünkü bu durum aynı zamanda kişiye özgüven verir, ne biliyim sanki ayakların yere daha sağlam basıyormuş gibi hissedersin ya da buna benzer bir şey JGüzelliğimiz için harcadığımız paraların haddi hesabı yoktur yalnız inan olsun J Ama değmiyor mu, ay ne demek değmiyor mu tabii ki de değiyor. Sonuna kadar helal olsun biz güzelleşelim diye bize yönelik iş yapan bütün sektörlere, ananızın ak sütü gibi helal olsun beeeJ Biz var olduğumuz sürece size bir şey olmaz eyyy sektörler içinde göz bebeği olan sektörler siz kendinizi biliyorsunuz J İşte yine de bahsetmek gerekirse, kozmetik sektörü sonraaaa giyim kuşam sektörü sonrasına efenim estetik sektörü J

Hah ne diyordum evet kadınlar önce kendileri için yapar her şeyi sonra erkekleri düşünür. Ama istisnalar olabiliyor tabii ki. Yukarıdaki örnekte de verdiğim gibi, eşinden ayrılmış bir kadın artık intikam mıdır düşmanlık mıdır yoksa gurur mudur bilemem ama estetiğe daha çok vakit harcıyor. Aynı şekilde erkek arkadaşından ayrılan bir kadın için de geçerli bu. Hele ki karşı taraf bırakmışsa kızı hele hele başka bir kız için oy oyyoyyyyyy. O kızdaki azmi ve savaşı göreceksin. Helal be bacım helal be kuzum. Yeminle sonuna kadar destekliyorum işte. Hayır yani intikamdır ya da adı her neyse diye başlayan olay bizde kalıcı olumlu etkilere neden olabiliyor en güzel tarafı da o. Neyse, şimdi adam ayrıldı diyelim kızdan kız da gitti, silikon taktırdı, botoks yaptırdı, yağları aldırdı, dudakları da az biraz kalınlaştırdı derken hoopppp ne oluyor erkek açısından, “vay arkadaş bu kız ne olmuş yaaa” J    Ben bu kızı niye bıraktım arkadaş diye hayıflanmalar başlar. E kız da kasım kasım kasılıyor işte sonra. Bu da kendine güven getiriyor kız tarafına erkek tarafından da hayıflanma J


Arkadaşlar şaka bir tarafa, aldatılan kadın kendinde sıkıntı aramaya başlar en önemlisi de “benim eksiğim neydi” sorusunu sorar kendine ağlamaklı hallerde. Ve kendini iyi hissetmek adına soluğu alır estetik kliniğinde. Bu, o acıyı hafifletmenin belki de en kolay yoludur inanın bende emin değilim. Ancak yapılan araştırmalar kadınların en çok; eş ya da erkek arkadaştan ayrılma, aldatılma, ihanete uğradığını hissetme, iş değişikliği, yılların acımasız yorgunluğu sonucu estetik yaptığını gösteriyor. Bakıyorum ve üzerinde düşünüyorum hakikaten haa başka geçerli nedenler olamaz zannımca J
Estetik alanında hak verirsiniz ki her yaşın ihtiyacı daha değişik olabiliyor. Ayy ne güzel bir sektör yalnız yaa 7’den 77’ye bütün kadınlara hizmet edebiliyor. Ay durun yaa 7 olmadı sanki, 7 yaşındaki çocuğun gidip burun estetiği yaptıracak hali yok tabii ki de benim ki de laf J Estetiğe sonuna kadar eveeeett diyenlerdenim valla. Burnundan memnun değil misin arkadaşım, aynaya baktığında rahatsız mı oluyorsun ya da profil fotoğraflardan çekiniyor musun? O halde valla arkadaşlar hiç düşünmeyin, kendine güven her şeyden önce gelir kimse kusura bakmasın. Git paşalar gibi ol ameliyatını, gönül rahatlığıyla çektir fotoğrafını arkadaşım valla bakın. Göğüslerin mi küçük geliyor al işte yaz da geldi bikini sezonu açıldı git yaptır yaa valla sen de hiç düşünme, rahatlıkla giy bikinini çekinmeden oohhmiiiss valla ki miissJ



Ay erkekler de der ya, “kadının doğal olanı makbuldür aga” diye. O zaman soruyorum sana erkek adam, madem öyle neden bakımlı kadınları göz hapsine alıyorsun? Neden makyaj yapmış bir kadını hayranlıkla izliyorsun? Yaa işte öyle susarsın abicimJHer şey tabii ki de güzellik, bakım, makyaj değil. İnsan olalım yeter ki dimi ve sadık ve aklı başında ve düzgün ve evinin kadını. Pardon ama biz bakımlı olarak da ya da estetik yaptırınca da evimizin kadını çocuklarımızın anasını olabiliriz. Hey yavrum heyy sen hala hafife al kadının gücünü J Ha yalnız durun veda etmeden bir şey söylemek istiyorum, her şeyde olduğu gibi estetiğin de bir dozu var arkadaşlar. Abartmamak lazım tabi. Baktığımız zaman dünyada bir çok estetik faciası var. Estetiğin dozunu abartıp tanınmaz hale gelen güzelim kadınlar var. Ondan dolayı bilinçli olmakta yarar var tabii ki de. Ayy zannımca estetik sektörünün en canlı olduğu dönemlerdir bu dönemler. Bikinilerin içine rahatça girebilelim diye, yağ aldırma, silikon, selülit ohoooo birçok iş. Ama yakışır mı, offf hem de nasıl yakışır bacım.


Estetiği karşı olanlar size de saygım sonsuz ama güzel görünmekten zarar gelmez valla J Arkadaşlar bir kez geliyoruz dünyaya. Kendinizden yana huzursuz olduğunuz şeyler varsa durmayın harekete geçin. Çok güzel bir ayakkabı mı gördün hiç durma git al onu, vitrinde duracağında dolabında eskisin yani J Hoşlandığınız biri mi var beklemeyin karşı taraftan git söyle valla içindekileri. Madem yaşıyoruz ve öleceğiz gözümüz açık gitmeyelim ama değil mi J

27 Haziran 2016 Pazartesi

ALİCE HARİKALAR DİYARINDA SENDROMU NEDİR?

01:22 0 Comments

İsmiyle müsemma olmayan birçok hastalıktır, yiyecektir, içecektir var ama “Alice Harikalar Diyarında Sendromu” hastalığı nedir diye sormadan edemiyor insan. Değişik isimli ve görülme ihtimali binde bir olan bir sürü hastalık var arkadaşlar. Özellikle de psikolojik rahatsızlıklara baktığımız zaman hepsinin ismi ilginç değil mi? Bazıları benzetmeden yola çıkarak konulmuş isimler olurken, bazıları da neyse onu bilemedim şimdi J

Arkadaşlar duyunca şaşırdığım, şaşırmakla kalmayıp hakkında hiçbir şey bilmediğim ve tabii bilmemekle kalmayıp araştırdığım ve en sonunda yazmaya karar verdiğim bir hastalık oldu kendileri. Kısaca bir tanımını yapmak gerekirse Alice Harikalar Diyarında Sendromu; kısaca perspektif ve algı hastalığı olarak tanımlanabilir. Ay ne fena var ya Allah kimseye yaşatmasın ama her şeyi minnak görüyorsunuz bi hayal edin. Olduğundan daha küçük eşyalar, hayvanlar, ağaçlar, evler… Bir fili mini mini gördüğünüzü tahayyül edin şey tabi bebek fillerden bahsetmiyorum J Bunun yanında işitsel sorun olarak da kendini gösterebiliyor. Ha yanlış anlaşılmasın sadece küçük görme değil aynı zamanda objeleri olduğundan daha da büyük görebiliyor bu hastalar. Ve genelde çocuklarda vuku buluyor bu meret. Ay kıyamam yaa daha çocuk her şeyi görüp öğrenecek yaşta böyle bir hastalığa yakalanmalarını düşünmek bile istemiyorum. Bir de düşünüyorum da, hani psikolojik-nörolojik hastalıklar genelde bir travma sonucu ortaya çıkar ya, ne biliyim yaşanılan bir olay tetikler ya da kullanılan bazı antidepresan ilaçlar. Ama bazı hastalıklar özellikle psikolojik rahatsızlıklar özellikle çocuklarda daha sık görülebiliyor, buyrun işte AİWS gibi L


Bir de şöyle bir handikap var bu hastalıkla alakalı, genellikle migren, beyin tümörü ve psikoaktif ilaç kullanımı ile birlikte daha sık görülebiliyor. O halde soruyorum arkadaşlar, küçücük yavrularda görülme sıklığı nasıl daha fazla olabiliyor aklım almıyor inan olsun. ya tamam çocuklara karşı bi hassasiyetim var ve kıllarına zarar gelsin istemiyorum ondan dolayı şu an böyle tepkili görünebiliyorum ama sanki bi kafa karışıklığı oluşturuyor gibi. Yani nihayetinde tıp benden daha iyi bilecek canım burada ahkam kesecek halim yok J Ben naçizane bilgi vereyim dedim sizlere, parmaklarım yazdığınca dilim döndüğünce J Yani derler ya “Allah dert verip derman aratmasın” diye, hakkaten öyle yani. Ne çok bilmediğimi hastalık var dünya yüzünde, bilinenleri söylemiyorum bile evlerden ırak. Onun için ne yapın edin sağlığınıza dikkat edin-edelim dostlar. Hayat kısa L
Ha durun konu sağlık olunca yine fikrin firar etmesine engel olamadım ama AİWS’ye kaldığım yerden devam ediyorum. Tamam çocuklarda görülür dedik bu hastalık ama baktığımız zaman 20’li yaşlar ve sonrasında da hastalığa yakalanan insanlar var. Hiç olmaz sadece çocuklarda kendini gösterir diye bir kural yok anlayacağınız. Yani aslında görmekten yana sıkıntı yaşamıyor bu hastalar. Gayet net tüm objeleri, cisimleri, kişileri görebiliyor ama algı da bozukluk olduğundan mütevellit olduklarından daha büyük ya da daha küçük görüyorlar. Kocaman bir gökdelen onlara söğüt ağacı misali görünebiliyorken minnacık karınca da yine dinozor halini alabiliyor. Bir de bu hastalık öyle bir meret ki, teşhisini koymak da pek zormuş. Allah Allah yaa ne tuhaf bir hastalıkmış demekten alıkoyamıyor insan kendini. Teşhisi çok zor çünkü, beyin görüntüleme sistemleriyle tespit edilemiyor. Bundan dolayı hastalarla konuşmak ve söylediklerine dikkat etmek gerekiyor teşhis için yani çoğunlukla. Bir de beyin tümörü ve migren ağrıları tanı koyması kısmen sağlayabiliyor. Yani bunlar da yoksa hakikaten teşhis çok zor. Hani dedik ya çocuklarda daha sık görülebiliyor diye. E çocuk daha yani ne bilsin yavrum gördüğü şeyin orijinalinden daha minnak olduğunu ya da tam tersi. O zannediyor ki tamam gördüğüm algıladığım doğrudur. Ahh yavrum yaa valla yazarken pek üzüldüm anlatamam size L


Alice Harikalar Diyarında Sendromu’nun belirtilerini ise şu şekilde sıralayabiliriz;
-         -  Görsel algılamada sıkıntı yaşama, bozukluk,
-          - Vücut imajını farklı algılama ve asimetri,
-          - Zaman algısının da görme algısı gibi bozukluk göstermesi,
-          - Dokunma duyusundaki bozukluklar (sert bir cismi yumuşak, yumuşak bir cismi de sert algılama,
-          - Ses algısının da diğer algılar da olduğu gibi bozulması.

Yani arkadaşlar buyurun işte, belirtilerinden anlayacağımız üzere, tam anlamıyla algı bozukluğu demek tam yerinde olacaktır bu hastalık için. Yalnız şunu söyleyeceğim hazır aklıma gelmişken, ha nasıl olsa ben artık 20’li yaşlarda değilim, koca adam-kadın oldum diyerek bu hastalıktan yırtacağınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü çok fazla yorgunluk ve uykusuzluk hallerinde de olgun bir insanda bu hastalığın bulgularına rastlamak mümkün, aman dikkat diyeyim.

Gelgelim hastalığın tedavisine, şimdi arkadaşlar hastalığın kendisi sıkıntılı olduğu gibi tedavisi de aynı derecede zor ve sıkıntılı bir süreç. Ancak unutulmaması gereken bir durum var ki o da şudur; hastalığın tedavisinin gecikmesi ya da tedavi edilememesi kronikleşmesine neden oluyor haberiniz olsun. Aslında hastalığın kesin bir tedavi yöntemi yok maalesef ki. Ancak yorgunluk ve uykusuzluk daha da tetikleyeceği için daha ziyade istirahat etmek gerekiyor. Aynı zamanda da migren tedavisi ile de benzerlik gösterebiliyor. Hastaların psikososyal durumu iyileşme süreci içinde önemli bir yer teşkil ediyor. Etrafındaki kişilerle konuşup gördüklerini yaşadıklarını anlatması en azından hastalık süresince yalnız olmadığını hissettirirmiş, öyle söylüyorlar. Ama arkadaşlar şunu bilmek gerekir ki, bu hastalığın henüz tam bir tedavisi şekli maalesef ki yok. Off ya tedavisi olmayan hastalıklar neden varsınız ki :’(

Valla ne yazayım daha bilemedim ki arkadaşlar. Duyduğumda şaştım böyle bir hastalık olduğu için öğrenmek istedim araştırıp ve sizi de bilgilendirmek istedim işte. Milyonlarca sağlıklı insan olduğu gibi lütfen sağlık sorunu yaşayan insanlara karşı daha hassas ve duyarlı olalım millet. Kişi kendi başına gelmeden maalesef ki bazı şeyleri bilemiyor ve hissedemiyor. Ancak duyarlı olmak için illa kötü bir duruma düşmeye gerek yok. “Bana bir şey olmaz” demeyin ve lütfen tedbiri elden bırakmayın emi.


Son olarak şunu söylemek istiyorum. Alice Harikalar Diyarında Sendromu’nun bu ismi almasının nedeni, Levis Carroll’ın yazdığı fantastik romandan gelir ve zaman içinde beyaz perdeye de uyarlanmıştır. Kitabı okuyanlar ya da filmi izleyenler bilir. Alice adlı küçük kızın tavşan deliğinden düşmesi sonucu fantastik bir dünyaya girmesi ve bir tavşanı takip etmesiyle ilerleyen bir düş filmi esasında. Tam olarak olan değil yaşadığın hayal dünyasını anlatır kısaca kitap.İşte hastalık da adını tam da bu kitaptan almaktadır dostlar. İsmi umut dolu olsa da hastalık hiç de adını doğrulamıyor.


Unutmayın; sağlıktan daha büyük bir zenginlik yoktur!

26 Haziran 2016 Pazar

TÜYOLARLA İLİŞKİ UZAR MI?

02:00 0 Comments

Valla arkadaşlar bilmiyorum ben miyim muhalefet yoksa o her yaptıkları araştırmalarla benim asabımı bozan bazı kaynaklar mı haklı inan olsun çözmüş değilim. Hayır şimdi şöyle bir sıkıntı var, sanki sırf muhalefet olayım diye yazıyorum gibi görünebilir ama inanın değil yaa valla da öyle değil billa da değil J Sadece benim düşünce şeklime uymayan durumlar olduğu zaman tutamıyorum kendimi yazasım geliyor napiyim yani. Kaldı ki araştırma yapıldı diye ya da efendime söyleyeyim bazı kaynaklar araştırdı diye inanıp peşlerinden gidecek biri değilim. Atılmış yine ortaya bir konu, “ilişki uzatmanın tüyoları” diye, yani ben daha ne diyeyim? Ne demek tüyo arkadaşlar, hayır tüyolara ne hacet. Oluyorsa devam olmuyorsa kes at kangren olmuş yeri, yani şey bence.

Ayrılığın arifesinde olan arkadaşlar üzülmeyin, ilişkinizi uzatmak için tüyolar hazır (!) ha bi gayret zorlamaya. Hadi koçum, hadi aslanım, hadi bacım, hadi canlarım. Yok yere bitmesin ilişkileriniz, bazı kaynaklar bizler için zaten hunharca araştırma yapıyor zor kurulan ilişkiler bitmesin, kalpler kırılmasın, yürekler yanmasın, çiftler heba olmasın diye. Hayır özel hayata müdahale niye edilir anlamıyorum ki ben. Milletin uyarılarıdır ne biliyim nasihatleridir yetmiyor bir de bazı kaynaklar karışıyor ilişkilere. Ama yani tamam onlar da araştırma yapmak zorunda nitekim işleri bu suç onlarda değil. Suç bu yönlendirmelerle ilişkisine yön vermeye çalışan, yapay zekalarda! Kızdım inan olsun J
Yahu dışarıdan biri nerden bilsin senin ilişkin içinde yaşadıklarını? Kavgalarını, mutluluklarını, üzüntülerini nerden bilsin. Tabii ki de bunu en iyi sen bilir ve buna göre çözüme yine kendin gidersin arkadaşım. “Yaa sevdiceğim beni üzdü, dur bakalım araştırmalar bu durum için ne öneriyor” diye girip de araştırma yapılmaz ki. Ya da “ay dur çok seviyorum ve ilişkimin bitmesinden korkuyorum. Bazı minnak oyunlarla, araştırmalarla ilişkime yön vermeye ve uzatmaya çalışayım” demek sizce ilişki içinde ve karşı taraf için ne kadar dürüstçe? Ama sorduğun zaman çoğu insan dem vurur; yok ilişkide dürüstlük olmalı, yok yalan olmamalı, yok saygı olmalı. İyi de sen küçük oyunlarla, pembe yalanlarla, gizliler saklılarla ne kadar uyuyorsun ki bu kurala karşı taraftan bekliyorsun? Çuvaldınızı kendine batır önce sonra karşı tarafı düşünürsün. Ama genel olarak kişi kendinde hatayı görmez ya, kendisi sütten karşı ak kaşık, vur abalıya misali gider de durur karşı tarafın üstüne. Kimse tertemiz değil arkadaşlar ya da kimse dört dörtlük değil olamaz da zaten. İlişki yahu bu illa ki tartışacaksın, küseceksin, mutlu da olacaksın ancak mutsuz olmayı da göze alacaksın bir ilişkiye adım atıyorsan. Ha herkes ister, hep mutlu olayım, ay hiç üzülmeyeyim, hep el üstünde tutulayım, hep ben haklı olayım ama maalesef ki arkadaşlar yok öyle bir dünya. Ay olmasın da valla. Ha kavga meraklısı gibi gözükmüş olabilirim ama valla değilim yaa yanlış anlaşılmasın J Ama ben minik tartışmaların, hatta kısa süreli küslüklerin çok tatlı olduğuna inananlardanım. Saçma gelebilir birçoğunuza ki uzaktan bakınca bana da bazen ilginç gelebiliyor ama sonrasında barışmanın zevki de inan olsun pek başka yaa. Böyle daha minnoş oluyorsun, daha sevimli, ayy bir de tabi özlemiş oluyorsun ya hani tekrardan mutlu oluyorsun sevdiceğinin sesini duyunca. Ayy pek tatlı bir his valla J Şey tabi bundan dolayı da ikide bir kavga edilmemeli ya da küsülmemeli. Kıyılmamalı çiftlere karışılmamalı ilişkilere. Bazı kaynak, ilişki dışında her şeyi araştır ama dokunma ilişkilere çek elini üstümüzden yettin beeee!
Kimse istemez (daha doğrusu duyguları hala şelale gibi çağlayanlar) ilişkilerinin bitmesini. 


Nihayetinde eminim ki kimse “nasıl olsa bitecek” mantığıyla başlamıyordur ilişkisine. Ama bitmeye yüz tutmuşsa da ve bunu içten içe hissediyorsan da bazı şeyler bitmiştir zannımca. Tabii de çabala, uğraş hatta hırpala kendini toparlamak adına ama gidip de tüyo müyo alma elalemden ya. İlişki nihayetinde iki kişi arasında yaşanmıyor mu? Ayy töbelerim olsun yoksa ben mi yanlış biliyorum, emin olamadım şimdi J Yani demem o ki, eğer kişi yaşıyorsa bu ilişkiyi, sorun iki kişinin sorunuysa, mutluluk da keza iki kişinin mutluluğuysa üçüncü şahsa laf düşmez. Haa bir de şöyle bir şey var, mutluyken toz kondurmaz bazıları ilişkilerine, gelecek laflara duvar örer ve bunun araştırmasını da yapmak durumunda hissetmez kendini, ama sorun olduğunda hadi bakalım akıllar almaya, bazı kaynaklardan araştırma yapmaya. Sebep? Yani valla ilişki uzmanı değilim ama bazı şeyler bana gerçekten anlamsız geliyor.

Arkadaşlar bene ilişki; gönülden nasıl geliyorsa öyle davranıp yaşanır. Ve seven iki kalp arasında minnak oyunların da, ilişki tüyolarının da, pembe yalanların da asla ve asla işi olmaz ya da olmamalıdır da. Ay şöyle yaparsam daha çok sever beni, ay şöyle söylersem daha sıkı bir ilişki olur… E sen öyleyse ya duygularından emin değilsin ya da tam olarak bir aptalsın. Evet evet aptalsın! Kimseyi rencide etmek istemem ya da kimsenin ilişkisine de laf etmek istemem ama “oyun” oynanıyorsa bir ilişki içinde hele hele o ilişkiyi yok uzatmak yok sağlamlaştırmak yok karşı tarafı kendine bağlamak için kusura bakmasın kimse ama o ilişkiye ben ilişki demem. Ya da bunu yapana aşık ve saygılı insan demem. İlişkinin en yalın ve doğal hali, tamamen içinden geldiği gibi davranmaktır. Her türlü olayda, sorunda ya da mutlulukta fark etmez. İçinden nasıl geliyorsa öyle davran arkadaşım. Seviyor musun hem de çok aşıksın e tamam madem gem vurma diline de yüreğine de, akıt sevdiğinin üstüne Niagara Şelalesi misali aşkını, sorun da varsa ilişki de o sorunu bizzat sen bildiğini ve yaşadığın için ne yapman gerektiğini de yine en iyi sen bileceksin. Kızdığında da söyle onu da tutma içinde. Konuş ya en basiti konuş. Seni mutsuz, huzursuz, rahatsız eden şeyleri söyle karşı tarafa. Rahatlat içini. Ha o yine bildiği gibi gidiyorsa işte ona bir şey diyemem.  İlişki içinde en güzel ve özel şey saygıdır bence. En başta çiftler birbirine saygı duyup, birbirlerinin düşüncelerini önemsiyorsa emin olun sağlam temeller üzerine kurulmaya adaydır o ilişki ve tabii ki de güven. Bakın o da olmazsa olmaz. Güven, saygı ve sevgi. Kişi daha ne ister. Bunlar varsa ilişkinizde yat kalk dua edin valla bakın. Emin olun kırk yılda bir gibisiniz J


Neyse millet velhasıl kelam, canlı cansız kimsenin ilişkinize müdahale etmesine izin vermeyin. O ilişki sizin, o aşk sizin ve o ilişkiyi acısı tatlısıyla siz yaşıyorsunuz. Bazı kaynak diye inanıp güvenip ilişkinize yön vermeye çalışmayın. O yön tamamen sizin içinizde, yüreğinize kulak verin. Seviyorsanız da sonuna da kadar siliyorsanız da. Ama şunu unutmayın, bir kalp kolay kazanılmıyor ona göre davranın hele de sizi taaaa yüreğinin en derininden sizi veren biriyse ilişkinizi de aşkınızı da heba etmeyin.


Bazı kaynaklar, ben hep burdayım ve sana yine kafama uymayan düşünceler kapsamında savaş açacağım bilgine arz ederim J

25 Haziran 2016 Cumartesi

“SENİ SEVİYORUM” HANGİ SIKLIKTA KULLANILIR?

01:42 1 Comments

Ne kadar güzel değil midir, “Seni Seviyorum” ifadesi. Sevdiğimiz her şeye herkese karşı. Mevzu bahis sadece eşler, sevgililer değil pek tabii ki. Söylediğimiz de anlayacak, ne demek istediğimizi taaa yüreğinin içinde hissedecek bir canlı. Eş, dost, anne, baba, kardeş hatta bazen beslediğimiz hayvan ya da çiçeğimize bile. Ayyy mutlu eder ki karşı tarafı. Bir düşünün şöyle, biri size “seni seviyorum” dediğinde siz mutlu olmuyor musunuz? O misal işte J Peki bizleri mutlu eden sadece bu iki kelimeyi söylemekten neden aciziz? Ya da çok fazla söylenmesi taraftarı değiliz? Karşıyım arkadaşlar ben buna, hani derler ya “çok söylenince anlamı kaybolur” diye. Yahu bu düşünceyi kim atmışsa ortaya çıksın karşıma yaa valla çıksın. Anlamı yitermiş. Kime göre neye göre? Hah işte millet tepkimden de anlaşılacağı üzere bugün, seni seviyorum demenin kullanım sıklığını ele alacağız, kullanım sıklığı ne oluyorsa artık J

Çok güzel bir söz vardır ya; “yaptıklarından değil yapmadıklarından pişman olur insan” diye. Valla doğru. Gerçi bazen yaptıklarımızdan da çılgınlar gibi pişman olduğumuz oluyor ancak hep altını çizdiğim gibi istisnalar bozmaz kaideyi J Çok etkili, insanda derin volkanlar oluşturan, mutluluktan gözleri ışıldatan, yüzleri gülümseten ve söyleyene daha çok bağlayan sözlerden aslında. Güçlü de hani. Hiçbir söz belki bu kadar etkilemiyordur emin değilim ama durun yaa var yine böyle birkaç söz daha. Onlar da fenaaa hani laf aramızda J Sevdiğimiz kişilere karşı seni seviyorum demekten kaçınılmaması gerektiğine inananlardanım ben millet. Ama şöyle bir düşünüyorum da, sevdiğimizi en iyi sevgilimiz ya da eşimize söyleyebiliyoruz. Neden acaba? Acaba kaybetme korkusu mudur bize bize bunu söyleten ya da karşı tarafın emin olmasını istemek belki de sağlamak. Belki de şöyle mi düşüyor birçoğumuz, anne baba zaten seviyoruz her durumda bunu söylemesek de olur. Kaldı ki onlar hep benimle yanımda ne yaparsam yapayım bana sırtlarını dönmeyecek. Demek ki söylemeye gerek yok. Değil işte arkadaşlar öyle olmamalı. Hani mutlu eden bi özelliği var dedik ya bu iki kelimenin öyleyse anne baba başta olmak üzere sevdiklerimize bunu söylemeliyiz hatta çoğu durumda karşılık beklemeden. Ay bir de şöyle bi sıkıntı var ya, seni seviyorum diyoruz azıcık es veriyoruz bekliyoruz ki karşı taraf da “ben de” desin J Aslında karşılık beklenmeden söylenmeli, dökülmeli dudaklardan. Ama işte insan evladı hepimiz duymak istiyoruz ne yani tabii ki de bekleriz karşılık ama unutmayın sevgiler illa karşılık olsun diye beslenmemeli.


Bazı insanlar ketum ama öyle böyle değil. Hele hele “seni seviyorum” diyecek ay töbe J İsterler ki sevdiğimi söylemeyeyim karşı taraf hareketlerimden, davranışlarımdan anlasın. Doğru çünkü müneccim var karşısında. Genelde babalardır böyle. Doğru düzgün duyamazsınız ağzından seni seviyorum sözünü. Hareketleriyle anlatmaya çalışır. İlgisiyle, davranışlarıyla. Bunu bilmek bile güzel gelir yalnız ailenin seni sevdiğini bilmek valla ömre bedel dostlar J Hele benim gibi düşkünseniz anne baba ikilisine, ay yarabbim şımarmaktan ölürsünüz J Bakmayın böyle ahkam kestiğime önceden ben de öyleydim aslında. Sevdiğimi söyleyemezdim. Yani ketum olmakla birlikte çok ağır başlıydım ay sonra ne oldu bana anlamadım ama şimdi tam tersi J yıllar beni de yıprattıysa demek, aştım artık kendimi. Ay durun şimdi ha şey evet ben de söyleyemez hatta belli bile edemezdim sevdiğimi. Ne anne babaya karşı ne de sevdiğim insana karşı. Bildiğiniz odundum yani J Ama şimdi, koşulsuzca, devamlı ve her hissettiğimde söylüyorum. Özellikle babama ve anneme, sizi çok seviyorum demeye başladığımdan beri, zaten maşallahımız var çok iyiydi aramız şimdi daha bir samimice ve daha güzel oldu sanki. Ay bana mı öyle geliyor acaba J Yok valla bana öyle gelmiyor bildiğiniz öyle. Ve onların da mutlu olduğunu gözlemlemeye başladım. Ben onlara sevdiğimi söyleyip bir de belli edince nasıl mutlu oluyor insanlar. E olunur tabi, sen de mutlu oluyorsundur arkadaşım kimse inkar etmesin. Ve arkadaşlarıma da söylemeye başladım. Bütün hepsine değil evet ama sevdiğim arkadaşlarıma da onları sevdiğimi söylemekten kaçınmıyorum. Ve söylerken de “ben de” demelerini beklemiyorum. Bu beni mutlu ediyor çünkü dediğim gibi onlar da mutlu oluyor. Aslında mühim olan başkalarını mutlu ederken de mutlu olabilmektir, unutmayın.


Ayy ilişki boyutu da başlı başına bir konu hani. Sevdiğinin gözüne bakıp da söylenen bir “seni seviyorum” sözü, hele de bunun tadı başka bir şeye benzemiyor. Yürekten gelip dudaklarda kendine yol bulup dökülen iki kelime aslında,  “seni seviyorum” tabii ki de herkeste aynı etkiyi yaratmıyor. Yani şöyle ki, aileye söylerken farklı hissedersin, arkadaşa söylerken farklı, ama sevgiliye söylerken tamamen farklı. Aşıksın be ilk başta, nasıl normal bir şekilde söylensin ki bu iki kelime ama bir o kadar özel belki de. Hayır bazıları da diyor ki, “seviyoruz ki hayatımda” ya da “seviyoruz ki sevgili olduk” bak bak ahkam kesmelere bak. Havalar artistliğe bak. Oldu anasını satayım, hiç söyleme belirtme de, karşı taraf hayatında olduğu için anlasın onu sevdiğini. Arkadaşlar ketumluğun da bir sınırı var gözünüzü seveyim yapmayın etmeyin ya. Taş olsa çatlar yani. İnsan bekler canım hele de biz bayanlar daha çok bekliyoruz bilginize. Şımartılmak isteriz tabii ki ve duymak isteriz her fırsatta içimizde yangın çıkartan “seni seviyorum” sözünü. Hah durun işte konu da geldi çattı, asıl bahsetmek istediğim konuya geçiyorum hazır mısınız J

“seni seviyorum” deme sıklığı ne olmalıdır? Pardon da böyle bir kural mı var? Ya da istatiksel bilgi mi olmalı? Ne demek sıklığı, neymiş yani bu oran? Bak yine asabım bozuluyor beni sinir eden konulara girince J Çok duyuyorum etrafımda da sağda solda da, çok söyleme anlamı kaybolmasın. Ya ne demek anlamı kaybolmasın. Öyle her durumda söyler miymiş? Yok efendim, çok söyleyip şımartma, vay efendim anlamı mı kalır devamlı dile getirmekten. Yeminle hayatımda bu kadar saçma bir şey daha ne gördüm ne de duydum. Ya var ya örnek vereceğim tam da cuk diye oturacak ama ortam müsait beni, bağışlayın lütfen J J Bir de devamlı söylenmesinden kasıt ne burada? Her salise ya da saniye mi, her dakika mı, her saat mi nedir yani? Tutun da, her iki cümle içinde seni seviyorum deyip durmayın canım yeni ezber yapmış papağan misali, “aşkım biliyo musun ……. Seni seviyorum” ya da “aaa bugün ofiste ……….. seni seviyorum” yani yapmayın canım her cümle içinde geçerse karşı taraf da ne oluyor der belki ne bileyim ama hoş durmaz o zaman zannımca. Yani gerçi bunun bir kriteri yok. Bildiğim bir şey varsa, dile kilit vurulmaması gerekir mevzu bahis sevmek ise. Sevdiğini ifade etmek kadar güzel bir şey yok yeminle dünyada. Karşı tarafı seviyorsun ama özelliği yitmesin diye söylemek istiyorsun fakat yutuyorsun lafını. Saçmalığı gel hele. Aman ne var canım her konuşmanın sonunda söylense, ne var yani mesajlaşıldığında cümle içinde kendine yer bulsa iki kelime ya hepi topu iki kelimecik. Gerçi bir şey söyleyeyim mi bu durum karşı tarafla bağlantılı biraz da. Yani devamlı söyleyin diyorum da karşı taraf bundan hoşlanmıyorsa? Yani çok da insanlara göre yaşanılması taraftarı değilim ama ilişki içinde saygı olacak diyorsak düşünceler haliyle ciddiye alınmalı. Ama zannetmiyorum ki duymaktan sıkılan insanlar olsun, hepi topu seni seviyorum canım ne yani J


Ha yalnız bakın söyleyin “seni seviyorum”  demekten çekinmeyin diyorum da, evet bi özelliği bi güzelliği var bu sözün ama daha 1 haftalık içinde içinde çiftler ikide bir “ay seni seviyorum, vay seni seviyorum” derse bakın ondan da şüphe ederim valla. Hangi ara diye sorarlar adama? 1 hafta yaa toplasan 1 hafta içinde emin oldun yani karşı tarafı sevdiğinden öyle mi? Ha yani o kadar zeki ve o kadar güveniyorsun kendine de karşı tarafa da. E vay anasını ben boşuna bekliyormuşum yeminle. Yani arkadaşlar tamam aptal değiliz, sevip sevmediğimize tabii ki karar verip emin olacak ilişkiler yaşıyoruzdur ama değil yani 1 gün içinde 1 hafta içinde denip de ayağa da düşürülmesin canım böyle özel sözler. Bakıyorsun daha 15-16 yaşında, ilişki de başlayalı 1 ay oldu olmadı neler neler söyleniyor. Ay sensiz yaşayamam tutun da, iyi ki hayatımdasın ölürüm sensiz demelere kadar gidiyor. Ya bi yavaaşşşş. Nereye ölüyorsun arkadaşım. Tamam diyeceksiniz ki yaşına ver ablası diye ama veremem yaa, her şeye akılları eriyor da neyse itham etmeyeyim kimseyi şimdi yok yere. Diyorum ya parmaklarımın da dilimin de ayarı yok benim çünkü J


Velhasıl arkadaşlar, dilinize gönlünüze zincir vurmayın, devamlı söylenirse anlamı yiter diye. Hissediyorsan ve içinden geldiyse gözlerine bak söyle, sesini duy söyle, özlediğinde onu söyle, hoşuna giden bir şey yaptığında söyle. Ay şimdi dur yaa anlamı gider kafasına girerseniz, bazı şeylerin hevesi söner emin olun. “seni seviyorum” demekten çekinmeyin. Sizi seviyorum dostlar :) 

24 Haziran 2016 Cuma

YAZIN ENERJİSİNE UYGUN, RENGARENK MAHALLE; ALAÇATI

01:04 0 Comments

Şimdi başlığa bakıp da akıllarda soru işaretleri oluşmasın millet, Alaçatı nihayetinde kışın da gidilir, kışın da sevilir, kışın da güzel. Ama yazın bambaşka sevilir. Yani ama baktığımızda rengarenk ve mis kokulu sokaklar, insanı hayal dünyasında hissettiren Arnavut kaldırımlı taş sokaklar, hediyelik eşyaların çeşitliliğiyle çaba sarf etmeden sizi içeri buyur eden dükkanlar. Ay daha ne olsun he hafta sonu kaçamağı için daha ne olsun J Yani tabii ki de sadece hafta sonu gezisi olsun diye yazmıyorum Alaçatı’yı, nihayetinde yaz geldi tatil programlarınız kapsamında ilk sıralarda yer alması gereken minnoş, şirin mi şirin bir yer Alaçatı.

Arkadaşlar Alaçatı, İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı bir mahalle. Türkiye’de burası kadar ünlü başka bir mahalle daha yoktur zannımca J Mahalle yahu bildiğin mahalle. Ama durun ya bildiğiniz mahallelerden daha farklı. Dünyanın hangi yerinde bir mahalle kalksın bu kadar sevilsin ve tatil dönemlerinde rezervasyon yaptırayım diye kapış kapış her bir yeri dopdolu olsun. ay yoktur zannımca yani ben duymadım duyan varsa beri gelsin. İsmini de Osmanlılara bağlı bir aşiretten alıyor adını Alaçatı ve Rumlara da ev sahipliği yapmıştır zamanında. Son zamanlarda bu kadar dikkat çekmesinin nedeni, zaten yeteri kadar geliştirmişler arkadaş daha ne olsun diyebiliriz ama Türk mimarisinin güzide örneklerinin sergilendiği birbirinden renkli ve şık evler olmuş. Ama hakikatan bir görün ya olağanüstü. Cıvıl cıvıl ve rengarenk olan Alaçatı, bölgeye varır varmaz içinde daha fazla tutamadığı enerjiyi size de depoluyor J Ne bileyim yani havasından mııııı renkliliğinden miiii mis gibi çiçek kokularından mııııı bilemem ama gittiğinizde olduğunuzdan daha enerjik ve mutlu hissedeceğiniz kesin.


Yahu Alaçatı hepi topu 704 kilometrelik alanda varlığını sürdürüyor ama bakıyorsun oteller, restoranlar, eğlence mekanları almış başını gidiyor. Düşünün artık kapasiteyi ben daha ne diyeyim J Aslında bölgeye sadece yaz aylarında tatil amaçlı gidilmesinin dışında ilkbaharda da yoğun bir ziyaretçi akınına uğruyor. Çünkü millet, 2010 yılından beri Alaçatı’da “Ot Festivali” düzenlenmekte. Bu da şu demek, bölgede yetiştirilen birbirinden farklı otlarla hazırlanan yemeklerle buradaki otların tanıtılması hedefleniyor. 6 yıldır devam eden organizasyona çılgınlar gibi katılım oluyor. Ay şey yani ben hiç ot festivaline katılmadım ama bölgede ot festivalinin olduğu bilinen bir gerçek J Baktığımız zaman evet minnak bir yer belki Alaçatı ama yaşattıkları paha biçilemez. Şöyle ki, yahu her köşe başımı mı güzel olur, her ev mi göz alır, her çiçek mi mis gibi kokar yani daha neler neler. Doyumsuz bir fotoğraf aşkıyla da yanıp tutuşabilirsiniz gittiğinizde. Hem anı olarak kalsın hem de çek tablo yap evine as yani inan olsun o derece güzellikte dediğim gibi her bir köşesi. Bölgede yer alan restoranlar bile, genel Alaçatı konseptine uygun olarak kurulmuş yalnız. Yani onlar da rengarenk, onlar da birbirinden şirin. Hangisinde oturup da hepi topu bir limonata içsem diye düşünmeden edemiyorsunuz J


Tatil yapmak için de neden ideal aslında biliyor musunuz? Yani baktığımız zaman evet tam tatil ve turistik bir bölge. Kalabalık mı kalabalık güzel mi güzel ama her keseye uygun konaklayacak yer bulmanız mümkün. Benim önerim şirinimsi butik otellerdir. Yani ne bileyim daha doğal, daha enerjik ve daha huzurlu diye tahmin ediyorum ama tercih tabii ki de sizin ben sadece söylerim arkadaşım J Ya Alaçatı aslında tamamen doğal tamamen el yapımı yerlerle dolu. Buradaki taş evler kendi başlarında sönüp gitmesinler diyerekten İzmirli bazı iş kadınları bölgedeki tarihi taş evleri alarak restoran ve pansiyona dönüştürmüş. Ondan dolayı diyorum ya birbirinden güzel restoranlar yer alıyor bölgede diye. Buyrun işte bundan dolayı, yani kadın eli değdi arkadaşlar nasıl güzel olmasın nasıl ilgiyle karşılanmasın hey yavrum heeyyy J Yani ayrımcılık yapmak istemem ama gidince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Rengarenk yahu bildiğiniz restoranlar, kafeler de rengarenk. Bir adam bu kadar renk sevemez diye düşünüyorum ondan dolayı kadın eli değdiği her halinden belli diyorum ya J O değil de madem konu restoranlara geldi haliyle insanın aklına gelmeden edemedi Alaçatı kavunu J Meşhurmuş Alaçatı kavunu ben de bilmiyordum, minnak, sert ve tatlı. Gittiğinizde tatmadan dönmeyin Alaçatı kavununu emi.

Alaçatı deyince akla gelen bir diğer özellik de; sörf. Bölge rüzgarı ve sörfe elverişli plajları ile sörf tutkunlarının uğrak mekanı resmen. Bundan mütevellit sörf yapmayı hiç bilmiyorsanız bile burada iki günde öğrenmeniz mümkün. Çünkü sörf hocaları, sörf malzemeleri satan dükkanları ohoooo aranıp da bulunamayacak nimetler anam babam. Gitmişken haliyle sörf yapmadan da dönmeyin, rüzgara savaş açın beee. Heyy rüzgar sen mi yamansın ben mi misali raks et sığ Alaçatı sularında. E kalabalık bir yer dedik, turistik bir yer dedik, güzel bir yer dedik haliyle gece eğlenceleri de olmazsa olmazdı bölgede. Yine her bütçeye ve zevke hitap eden mekanlar var bölgede ama belki de en ünlülerinden biri İstanbul’da gayet sevilip tercih edilen yer “Tektekçi” yani en azından ben onu söyleyebilirim. İstanbul Beyoğlu’nda yer alan Tektekçi’de gayet geniş hayran kitlesine sahip benden demesi J
Valla millet bana mı öyle geliyor yoksa hakkaten öyle mi bilemeyeceğim ama Alaçatı sanki daha ziyade gençlere hitap ediyormuş gibi. Yani belirli bir yaştan sonra kimse gidemez demiyorum Alaçatı da bunu iddia etmiyor ama ne bileyim acaba enerjisinden mi havasından mı renkliliğinden mi böyle direkt genç nüfusa hitap ediyormuş gibi geliyor bana J Ayy şimdi böyle dedim diye kimse kızmasın bana ama ne bileyim “bence” işte J


Arkadaşlar bir “rota defteri”nin daha sonuna geldik J Bugün hazır yine hafta sonu hazır yaz da geldi diyerekten tatil planlamanıza bu güzelim yeri de belki eklersiniz diye elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Kaldı ki her gezdim gördüm yazısında bunu belirtiyorum, profesyonel değilim arkadaşlar. Nihayetinde bizzat tecrübe ettiğim yerleri öneride bulunabiliyorum. Sehayet bloggerlarından daha kapsamlı ve faydalı bilgiler almanız kuvvetle muhtemel biliniz J


Herkese mutlu mesut hafta sonları veeeeee eğlenceli tatilleeerrrr J

23 Haziran 2016 Perşembe

TATİL, KİLO VE KADIN

00:51 0 Comments

Yemin ediyorum biz kadınlar yaradılışımızdan mı huyumuz suyumuzdan mı bilemeyeceğim ama pek takıntılı varlıklarız arkadaş. İşte bundan dolayı erken yaşlanıyor ve çöküyoruz. Şu incecik omuzlarımızda ne yükler var. Ahh çilekeş kadınlarım, ahh dertli hemcinslerim, ahh narin bünyesine binlerce sıkıntı stresi sığdırmayı başaran güzide canlarım, kadınlarım J Her şey bizler için. Biz ki, göz kalemimiz bitti diye sinirlenerek kalemden geri kalanı da ısırmak suretiyle katlettiğimizi biliriz. Biz ki, hoşlandığımız çocuktan mesaj gelmiyor diye bunu yatıp kalkıp kendimize dert edip sağda solda “ıyykk o ucube bana mesaj atsa ne olur he ne olur. Ona mı kaldım ben” serzenişlerinde bulunarak sanki her telefon sesinde arayan ya da yazan o mu diye kalbimiz havalanıp uçarken, ortamda burnu havada görünecek kadar gururlu canlılarız. Bu da demek oluyor ki, takıntılı olmaya aday bütün konular bizim kapsama alanımıza giriyor. Yani arkadaşlar bu da demek oluyor ki, madem kilodan bahsedeceğiz aklıma “kadın ve takıntılar zinciri” gelmesi pek olağan bir durum diye düşünmekteyim JArkadaşlar kilonun kadını erkeği pek tabii ki de yok ama kadın takıyor yaa hatta en çok dert ettiği konulardan biri, hatta ve hatta kadını kadın yapan esas duruşlardan biri de kiloya karşı verilen hunharca savaştır. Şeyy belki abartmış olabilirim ama nihayetinde bizler ki görünüşümüze önem veren insanlarız. Bir kadına “ayy tatlım sen kilo vermişsin” de yeminle senden iyisi yok. Ama tam tersi kilo aldığını haykırırsan ablanın yüzüne, hey yavrum heeyy gardını al. Hele de bir erkekten geliyorsa bu yorum, öldün sen oğlum bittin J Tamam genel olarak bizlerin dış görünüşümüze bu kadar önem vermemizden mütevellit daha ziyade kadın takipçiler için ağırlıklı bir yazı olacak şimdiden söylemesi J


Yani benim anlamadığım birçok husus var umuyorum ki el birliğiyle bu soru işaretlerini kaldıracağız kafamdan J Şimdi şunun da açıklamasını yapayım ki yanlış anlaşılma olmasın. Amacım bu konuyu işlerken kimseyi küçümseyip, dalga geçip, hafife almak ya da ne bileyim eleştirmek falan filan değildir bunda bir hem fikir olalım. Sonra çıkıp sen kim köpek diye isyan etmeyin bana emi J Hah içimi de rahatlattıktan sonra konumuza şükür ki giriş yapıyorum artık. Anlamadığım şeyler var dedim ya kiloyla alakalı, onların başında şu geliyor; kişi boğazına düşkün. Yemek yemeyi seviyor hatta abartıp günde belki de 9 öğün, kebabından tatlısına kadar acımasızca tüketme sonucu kilo alarak nasıl hala  “off kilo aldım yaaaaa” diyebiliyor? Hayır bir de kilo aldığına üzülmekle birlikte hala güzelim yemeklerden elini çekmiyor. Şimdi düşünüyorum kendi kendime diyorum ki, ama yani seviyordur yemek yemeyi hatta belki bi hastalığı vardır ya da ne bileyim geçerli bi nedeni vardır diyorum çok yemek yemesiyle alakalı. Sonra kişi isyan edince, bu kadar saf olduğum için kendime kızıyorum. Koca bir tabak İskender götürüp ardından midesini baklavayla ödüllendiren arkadaşım e bi zahmet kilo al yani. Hayır bunları yiyip kilo almıyorsan bi sıkıntı var der hastaneye yönlendiririm. Ay bir de böyle tipler var ya hani, dünyayı yer yine de 40 kilodur anasını satayım. İşte onları var ya ibreti alem olsun diye, en lüks restoranın orta yerinde, etrafında birbirinden leziz yemekler varken elleri kolları bağlı bir şekilde bekleteceksin. 3 gün hem de ya da daha fazla. 



Lahmacun içine adana koymak suretiyle dürüm elde eden arkadaşlarım, böyle oturup da “kilo aldım” diye isyan etme hakkın yok senin. Hayır nihayetinde bilir kişi değilim bu konuda ama git aç kal, sadece yeşillik tüket ve zayıf kal diyecek halim yok kaldı ki hayatı boyunca bir kere bile diyet yapmış bir insan değilim ki ahkam keseyim burada (yalnız şey prim yapmaya çalıştım bunu söyleyerek emin değilim J) ama şimdi hak da veriyorum ennnn ama ennnnn güzel yemekler hem sağlıksız hem de çok lezzetli. E gel de yeme patates püresi yatağında mışıl mışıl uyuyan antrikotuJ Ya da üstünden çikolata şelalesi akmak suretiyle önce gözleri sonra mideyi doyurmaya meraklı o güzelim yaş pastayı. Ama işte bunların bi ayarı ayar değil de bi dozu var dostum bunları göz ardı ediyorsunuz zannımca. Yine her zaman olduğu gibi kendimden örnek vermem gerekirse, size inan olsun pırasa dışında her şeyi yerim. Kaldı ki aklınızın almayacağı şekilde tatlı tüketirim. Ben de kebap yiyorum, ne bileyim ben de içli köfte yiyorum, ay hatta ben de baklaya yiyorum. Ama dikkat etmeyi de biliyorum. Bir kere geldik dünyaya arkadaşım, diyettir, leziz yemeklerden eli eteği çekmektir (çok ciddi bir sağlık sorunu olmadığı sürece) hele hele tatlıları hayatınızdan çıkarmaktır yapmayın yaa. Yani kilo alacağım korkusuyla bunu yapmayın. Yani yanlış yönlendirmiş gibi olmayayım ama, ne bileyim öğünlere dikkat edin derim ben. Çakma Canan Karatay; Gamze J Yani kilo almaya meyilli arkadaşlar demem o ki, sen yine kebabını ye ama sonraki öğünlerde dikkat et. Gün içinde kebap yedikten sonra gidip de akşam yemeği niyetine de bol tereyağlı İskender yeme bi zahmet. Daha hafif, gün içinde yediğin o ağır yemekle dengeleyecek bir yemek tercih edeceksin. Böylece sen de mutlu olacak miden de J


Şimdi gelelim konunun tatil ile alakasına. Anlamadığım konulardan biri, tüm kış boyunca ye ye ye ye. Yaza doğru “ayy tatile gitmeden kilo vereyim” düşüncesiyle tüm yemeklere karşı savaş aç. Bak bak zekiye bak hele. Biz burda yok aman efendim gün içindeki öğünleri dengeleyelim, yok işte bazı yemeklerden uzak duralım ki kilo almayalım diye dikkat ederken sen sömür yemekleri mart ayından sonra ağır bir rejime gir. Yani var ya taşlarlar adamı taşlarlar. Haksızlık değil de nedir bu şimdi? Hayır yaz tatili biter sonra yine yemelere kaldığı yerden devam etmeler. Eyy yaz tatili sen nelere kadirsin. Ama nihayetinde plajlarda çılgınlar gibi savaş başlayacaktır diğer ablalar ile aramızda. Yani arkadaşlar bunun yazı kışı yok aslında ama yazın daha bi açılıp saçıldığımız için daha çok dikkat çekip göze batıyor kilolar. Bakın dediğim gibi sağlıksal sıkıntılardan dolayı kilo almadan bahsetmiyorum. Tamamen keyfince sırf yemek yemeyi sevdiği için kilo alan arkadaşlara karşıyım. Hayır dikkat da edilmemesine karşıyım. Valla artık her şey için çok geç, nihayetinde tatil planlaması yapıldı hatta sezon bitti nerdeyse J şu saatten sonra diyet yapsan ne olur yapmasan ne olur yaz için.
Yani arkadaşlar, takıntılıyız, detaycıyız diyoruz ya hele de konu dış görünüşle alakalıysa daha çok dikkate alırız diyoruz ya, o zaman dikkat edeceksin yaa çözüm aslında bu kadar basit J Biri sana kilo aldın deyince üzülmeyeceksin. Nihayetinde bunu sen de fark ediyorsundur. Birinin sana bunu söylemesine gerek kalmadan, gereken önlemleri alacaksın o zaman. O kadar yemek yedikten sonra da Ay ben kilo aldım triplerine girmeyeceksin. Ayrıca yukarda kızdım şu saatten sonra diyet yapsan ne olur sezon çoktan açıldı diye de, sen yine de dikkat et anam babam. Sen yine hem sağlık hem de dış görünüş açısından yemene içmene dikkat et. Bembeyaz elbiseler içinde salınmak senin de hakkın, birbirinden şık bikiniler içinde plajlarda caka satmak senin de hakkın, göbeği açıkta bırakan croptoplardan giymek senin de hakkın.

Kilo almak saniyeler sürerken bunun geri ödenmesi yılları alabiliyor millet. Gidişatı kötü görüyorsanız lütfen profesyonel destek alınız. Hey yemek yemeyi görünüşüne tercih eden bacım, istediğin her elbiseyi giymek senin de hakkın, bilesin. Haa yok ben böyle iyiyim diyorsanız da ki henüz böyle bir şeye şahit olmadım, o zaman 1 kilo dahi aldığında isyan etmeyeceksin anlaştık mı J


22 Haziran 2016 Çarşamba

ÖZLEMEK…

00:34 0 Comments

Valla arkadaşlar hiç eğlenceli modumda değilim inan olsun şu an. Yazıyorum ya da yazacağım ama ne yazacağım? Hangi doğru kelime anlatır, yazı beni de sizi de konu içinde nereye götürür şu an kestiremiyorum. Zor bir kelime “özlem” daha da zoru bunu tarif etmek. Tam olarak nasıl anlatmak, nasıl hissettirmek lazım bu ruh halini? Hangi cümle anlatır içinde devamlı yanan ateşin sönmek bilmeyen inadını? Bilmiyorum ki tek bir kişi çıkıp desin ki; “ben özlem nedir bilmem arkadaş. Sevdiklerim de yanımda. İsteğim her şey elimin altında. Özlem duymadan yaşadım ve yaşıyorum” diyemez kimse. Hayır varsa böyle biri, şansı uzağında aramasın, yanı başında hatta tam içinde her gün yeniden yeşeren.

Kimler ya da nelerdir özlemi içimizde tetikleyen? Anne mi, baba mı, kardeş mi, sevdiğin mi, yoksa sevdiğin bir eşya mı ya da anı mı? Nedir? Neler tam anlamıyla “özlem” diye lanse edilir? Hangi durumdur özlemin ateşini tetikleyen? Uzaklık, mesafeler, ayrılıklar, yitirilmişlikler ya da umutlar. İbretlik bir söz vardır; “Allah kimseyi açlıkla sınamasın” diye. Doğrudur, tam yerinde söylenmiş sözdür. Asla lafım olamaz buna ki aç kalınca çılgınlar gibi sinirlenen bir insan var karşınızda. Ama Allah kimseyi özlemle de sınamasın. Davranışları değiştiriyor, ruh halini olumsuz etkiliyor, moralini bozmakla kalmıyor sinir sahibi bir insan da yapıyor. Meret kısacası zalim bu özlem illeti. “Yanımdayken bile seni özlüyorum” cümlesi ne aşk dolu ne hüzünlü bir cümledir. E peki uzaklık nasıl ifade edilir yan yana hasret çeken gönüllere? Sanılmasın ki sevgiliye duyulan özlemdir sadece anlatmaya çalıştığım. Sanılmasın ki özlem sadece sevdiğin insana duyulunca çekilmez bir hal alıyor. Ha itiraf etmeden de geçemeyeceğim, sevgiliye duyulan özlem de hiçbir özleme benzemiyor hani. bütün özlemlerden daha lanet, bütün özlenenlerden daha üstün, bütün “özlem” kokan her durumun üstünde. Bu da böyle biline. Yine de herkesi katmak istemem olayın içine, bazımız anneyi özlemi tarif edemez, bazısı babayı. Bazımız da yaşamış olduğu güzel günleri anlatamaz doğru bir şekilde. Kısacası, özlem anlatılmaz arkadaşlar, yaşanır J


Şey gibi bu biraz, hayatında hiç aç kalmamış bir insana açlığın nasıl bir his olduğunu anlatmak gibi. Nasıl anlatırsın ya şöyle bir düşündüm de, ay böyle karnında garip garip sesler gelir, sonra yüzün beyaza döner ve başın dönme dolap misali döner döneeerr. Yahu bu nasıl tahayyül edilir. Hah işte özlem de aynı, tarifi imkansız anlatımı olanaksız yaşaması ise neyse işte…

Bazı kaynaklar demiş ki; “özlem, bir kimseyi ya da şeyi bir daha görme ona kavuşma isteği” bu mudur yani, bu kadar mı? Bu kadar yalın, bu kadar duygusuz, bu kadar hissis. Kendine gel bazı kaynak, kavuşma isteği deyip işin içinden çıkamazsın. İstek değil o yaşama nedeni bi kere. Her gün kendinden ödün vere vere, uykularını kaçıra kaçıra, sözlerini yuta yuta yaşadığın lanet his. Kavuşma isteğiymiş. Oldu anasını satayım, o çok beğendiğim elbiseye sahip olma ya da senin deyiminle kavuşma isteği o elbiseyi özlememe mi neden oluyor? Hadi ordan derler adama. Haddini bil beee, olur olmaz tanımlamalarla insanın da asabını bozma. Ha şimdi diyeceksiniz “saçmalama Gamze sahip olduklarından bahsediyor o bazı kaynak” tamam madem sahip olunan ya da olunmuş şeylere duyulan bir istekse “özlem”, neden anne, baba, yar, anı, mekan özlüyoruz? Hadi cevap ver duygusuz kaynak hadi bunu açıkla bana madem.

Arkadaşlar ömrümüz boyunca bazı şeylere özlem duya duya yaşayacağız belki de. Ki Allah yaşatmasın tabi de, alışılamıyor. Zaman aşımına uğruyor acı hafifliyor belki ama alışılmıyor. Özellikle sevdiğin insanlara karşı duyulanı var ya hey yavrum heyyy asla kabuk bağlamıyor. Güzel bir şey yaşarsın, tekrarlansın diye dua eder istersin. Bir daha aynı hissi uyandırması zordur ama buna dayanılır hadi. Ama anne baba yaa candan öte ya onlara duyulanı? Ayda yılda  bir görmelerle, telefonda seslerini duymakla avutursun feri ortada cirit atan gönlü. Ama derlerdi de inanmaz hatta dalga geçerdim; yâre duyulan özlem hiçbir şeye benzemez diye. Benzemiyor arkadaşlar valla da benzemiyor billa da benzemiyor. Ömürden ömür gitmesi nedir bilir misiniz? Yani şey ben de tam anlamıyla ifade edemeyeceğim ama onun gibi işte. Anne baba nasıl özleniyor nasıl. Anne kokusu yaa var mı dünyada bundan daha yüce bir mutluluk. Baba dizi, var mı ya bundan daha güven veren başka bir his. Yok olamaz da ama sevdiğin gönül. Ya onun kokusu, ya onun dokusu, ya onun yanındayken bile öpmelere doyamadığın eşsiz duruşu? Bakın çok duygusal olmamama rağmen böyle yazabiliyorsam inan olsun lanet bir his içindeyim. Ayy özlemiş olabilir miyim dersiniz J


Ruh halimizi olumsuz yönde etkileyen birçok şey yaşarız. Açlık, gerginlik, sıcak, stres ya da neyse. Ama bu özlem denen kendini bilmez ukala kelime, tam anlamıyla bünyede değişikliklere neden oluyor. Uykusuzluk başta olmak üzere yer yer mutsuzluk, somurtkanlık, hissizlik, konsantrasyon sorunu gibi bizi bizden alacak duygulara neden oluyor. Hele de vuslata az kalmışsa, ulan geç zaman ağır aksak ilerleme anasını satayım. Başka zaman olsa hızına fiber alt yapı bile yetişemezken vuslata yakın daha da bi coş, engin denizler gibi vur dur yüreğe. Ama yok yine kendi bildiğini okuyor.
“ahhahhh o günleri çok özlüyorum” demek değildir aşk özlemi. Beklenen bir şey de değil ki bak saate her ne kadar yavaş ilerlese de sabret bekle. Özlemek sabrı öğrenmektir. Zamanın uzayacağını bile bile, vuslatın senaryolarını kurgulayarak kendini oyalamaktır özlem. Yanar yaa içinde en derinde; yürek desem yeterli olur mu bilmem sönmez o ateş. Volkanlar patlar her duyulan bir ses dalgasında. Sesi de özlersin belli bir zaman sonra. Göremiyorsundur özlüyorsundur sadece sesiyle avunuyorsundur. Bir de onun da gittiğini düşünün? Avunduğun sesin de olmadığını gölgeler ardına saklanan. Yapmayın arkadaşlar etmeyin, sevdiklerinize uzak bir hayat sürmeyin. Bazen şartlar zorlar aileden memleketten eş dosttan ayrı yaşam sürmek zorunda kalırsınız. Tek avunduğunuz ve yürekten bağlandığınız sevdiğiniz vardır bari ona hasret yaşamayın. Hep diyorum ya bir kere geliniyor madem dünyaya hakkıyla yaşayıp gidelim diye. Hüzün verip üzecek şeylerden uzak durun arkadaşlar, kıymayın ya kendinize. Özlemin bir sonu var mı şu an kestiremiyorum. Değecek midir beklemelere, değecek midir özlemden gözyaşının bile artık uğramaz olduğu göz kapaklarınızdaki şişliğe, değecek midir patlamaya hazır bomba misali yaşamaya çalışmalara? Ha değecekse ne ala ama yine de yeteri kadar stresli bir hayat yaşıyorken bir de özlemi ekmeyin hayatınızın yamaçlarına.


Daha çok şey var ifade edip yazmak istediğim ama anlatamıyorum. Başta da dedim ya anlatılamaz bu lanet duygu diye. Anlatamıyorum sadece yaşıyorum…